Viyana Seyahat Rehberi
Bratislava’dan Viyana’ya doğru yola çıkıyorum. Yol hakikaten çok ama çok güzel bir yol. Camdan dışarıya bakıp hayallere dalıyorum. Çok güzel tarlalardan, çok güzel evlerin yanından geçiyor otobüs. Zaten iki şehir arası daha doğrusu iki ülke arası çok uzak bir mesafe değil. Geçerken sınırı bile farketmiyorsunuz. Zaten avrupa birliği iki ülke arasında seyahat ettiğinizden bu sınır meselelerini çok fazla görmüyorsunuz.
İlerlerken farkediyorum ki bu yol üzerinde yaşayan bir çok insan var. Bu insanlar o kadar şanslılar ki diyorum bu benim hayran hayran izlediğim doğal güzellik tarlaları, ağaçları onlar hep görüyor. Acaba yol üzeri ve otobüsler geçiyor diye rahatsız oluyorlar mıdır diye de düşünemeden edemiyorum. Ben olsam rahatsız olurdum ne yalan söyliyim. Neyse bu konu üzerinde de çok fazla durmuyorum.
Bir kaç güzel saat sonunda Viyana’ya varıyorum. Zamanında atalarımızın Viyana kapılarına kadar geldikleri ve tarih kitaplarında çok çok adı geçen Viyana, artık benim nefes alıp verdiğim yerdi. Neden bu kadar önemliymiş acaba diye düşünüyor olabilirsiniz. Detaylı bilgiyi gerek internetten gerek tarih kitaplarından bulabilirsiniz. Ama kısaca bahsetmek gerekirse o dönemlerde dünyanın başkenti sayılan yer Viyana’ymış. Bu yaşadığımız yüzyılda New York ne ise işte o zamanlar Viyana oymuş. Osmanlı İmparatorluğu içinde yani bizim içinde burayı almak demek dünyanın kontrolünü sağlamak kadar önemliymiş.
Tabi bir diğer neden olarak şu da söylenmekte. Osmanlı Viyana’ya kadar iki cihanın saadeti için gitti denilmekte. Bir mektuptan bahsedilir bu konu ile ilgili. Adını hatırlayamadığım bir kalenin komutanına yazılan. Bu mektupta “Biz sizi ateşten kurtarmaya geldik, biz size iki cihanın saadetini sunmak için geldik” denilmekte. Ne kadar doğrudur ya da amacı, gayesi nedir bilmiyorum. Düzgün ve net bir tarih okutulmayan yurdumuzda ne yazık ki bu konuda da çok fazla rivayet var. Hangisi net gerçektir bilmek çok zor. Doğruluğunun şüphesi çok az olan üstadlardan dinlemek belki de en iyisi. Örneğin Halil İnancı örneğin İlber Ortaylı gibi.
Konuyu bu kadar dağıttıktan sonra devam ediyorum. Viyana’ya indiğimde otobüsün bizi bıraktığı yer yol kenarı bir yerdi. Burası Viyana diyip, Viyana yolcularını bıraktı. Fakat indiğimiz yer şehrin merkezine oldukça uzun bir mesafedeydi. Metro ile bu sorunu atlattım. Elimde offline haritam ile gideceğim oteli işaretlemiştim. Yola koyuldum hemen. Metro ile yolculuk oldukça basit zaten biliyorsunuz. Metro da bir kaç Türk’e denk geldim. Genç bir gruptu ve karışık bir Türkçe ile konuşuyorlardı. Az biraz bol argolu bu konuşmaya çok kulak asmadım. Zaten onlarında bir Türk’e denk geldik konuşalım gibi bir havası yoktu. Hoş farketmemiş bile olabilirlerdi. Çünkü hakikaten çok fazla Türk varmış Viyana’da.
Kalacağım otele en yakın durakta indim ve başladım yürümeye. Hava kararmıştı ve in cin top atar derler ya hani hah işte onlar bile top mop atmıyordu. En son topu atan Osmanlı’ymış sanırım Viyana’ya. Hiç bir ses seda yok, insanlar nerelerde bilinmez, tuhaf bir sessizlik hali. Otelin olduğu yer ile alakalıdır diye düşünüyorum ve devam ediyorum. Ayrıca ses olsa sesli diye eleştirirdim herhalde ne bu memnuniyetsizlik diye kendime kızıyorum. Tabi bunun nedenini biliyorum. Sizlere de açıklayayım ki beni yanlış tanımayın. Bunun nedeni ekstra bir güvensizlik hali. Evet tam olarak bu yüzden. Nedendir bilinmez ama bir kaç saattir kendimi güvende hissedememenin verdiği tuhaf bir hal vardı üstümde. Çok saçma olduğunun farkındayım ama nedense oldu işte. Avrupanın belki de en güvenilir şehirlerinden birinde bunu hissediyor olmak evet saçma. Her neyse çok uzun sürmüyor bu halim.
Oteli buluyorum ve hemen yatıp dinlenmek istiyorum. Fakat resepsiyonda ki arap kimse az biraz zor anlıyor. Bir şeyleri bir şekilde beceremiyor. Her ne olduğunun tam olarak farkında değilim ama sanırım oda ile ilgili bir sıkıntı yaşıyor. Ama bu sıkıntıyı sadece kendi içinde yaşıyor. Konuşmak karşısındaki ile diyaloğa girmek yok. En azından az biraz bilgi ile üzerimde ki tüm endişeyi yok edeceğini bilemiyor ya da bilmek istemiyor. Her neyse iyi ki onun bu salak hali de uzun sürmüyor ve bana suratsız suratı ile bir anahtar veriyor. Sonrada merdivenlerden nasıl çıkacağımı anlatıyor. İlk kez merdiven kullanmadığımı daha öncede merdiven ile bir yere çıktığımı söylüyorum. Tabi gerek anlatımımda ki bozukluktan, gerekse kendi anlamama sorunundan, ne dediğimi çok anlamıyor. Arkasını dönüp, deskinin arkasına geçiyor.
Enteresan resepsiyonistten sonra, ultra küçük odama geçiyorum. Küçük ama olsun hesaplı diyorum. Yorgunluktan bayılmak üzere olduğumdan, hemen uzanıyorum ve külçe gibi yığılıyorum yatağa. Sabaha kadar deliksiz bir uyku çekiyorum. Sabah zımba gibi uyanıyorum ve bu uzun yolculuğumun son şehri Viyana’yı keşfetmek için otelimsi yerden çıkıyorum.
Sabah çok daha güzelmiş Viyana’da diyorum. Gece ki halimden eser yok. Acayip iyiyim ve acayip pozitif bir haldeyim. Yola çıkar çıkmaz gördüğüm ilk güzel binayı fotoğraflıyorum. Yol boyunca daha bu tip onlarca bina göreceğimi bilmiyorum tabi.
Burada saksılarda bulunan çiçekler çok hoşuma gitti. Bu kadar güzel bir kontrast yakalanmış olması güzel.
Yanlış hatırlamıyorsam opera binası idi. Zaten bu kadar güzel bir bina başka ne olabilir ki? Semt pazarı girişi olacak hali yok. Binanın adı da Burgtheater olmalı. Etkileyici bir yapı. Zaten az biraz az etkileyici yapıları Viyana’da barındırmamışlar.
Görülecek yerlerden biri olan Avusturya Parlamento Binası. Oldukça güzel bir giriş ve çok detaylı heykeller.
Viyana’nın Taksim’i diyebileceğimiz ya da ona yakın bir sokağı. Viyana’nın Kıbrıs Şehitleri diyelim bu daha uygun oldu sanki.
Bir diğer görülmesi gereken yerlerden olan Aziz Stefan Katedrali’ne geliyorum. Oldukça etkileyici bir yapı. 1147 yılında inşa edilmiş ve hala sapasağlam karşımızda. Bu kadar düzgün bir şekilde korunmuş olması hakikaten takdire şayan.
Fakat bir sorun var. At arabaları tamam nostaljik iyi hoş güzel, bende atları severim tamam ama bu koku olayına bir çözüm bulunsun arkadaş! Bildiğin at boku kokuyor her yer. Bir de sıcaktan mı olmuş ya da bir süre beklemiş mi bilmiyorum bu kadar kötü mü kokar. Hayır hayvancağazlara ne yediriyorlarsa dışkılarına yansımış. Burger mi yiyirlar mekdanılds mı yediriyorlar anlamadım ki.
Merkezinde fazla zaman geçirmiyorum. Ne de olsa bilindik avrupa şehir merkezi diğerlerinden hiç bir farkı yok. Hemen en fazla görülecek yer görme işimi halletmek istiyorum ve Kunsthaus denilen evlerin olduğu yere geliyorum. Yamuk yuluk binaların içlerinin de yamuk olduğunu görüyorum ve çok güzel bir mimari ile karşı karşıya kalıyorum. Düz hiç bir yer yok burada! Ne güzel!
Evleri iyice bir gezdikten sonra Soviet War Memorial ya da diğer adı ile Memorials in Vienna’ya çıkıyorum. Görülecek yerleri ardarda görme konusunda iyiyimdir. Triposo sağolasun…
Nedendir bilinmez yoldayken bir çok yolu çok güzel buluyorum. İşte bu yolda güzel bulduğum yollardan biri. Doğa var tarih var ve modern taşıtlar var. Sanki bir kaç devir bir arada gibi.
Oldukça uzun bir yol yürüyorum ve Palmengarten binasına geliyorum. Burası botanik bir yer. Ne yazık ki içeriyi gezemiyorum çünkü kapalı. Buruk bir şekilde yürümeye devam ediyorum.
Hofburg İmparatorluk Sarayı’nın arka tarafı.
Hofburg İmparatorluk Sarayı’nın farklı bir açıdan görünüşü.
Bahçeden güzel bir atlı adam heykeli.
Ve işte Hofburg İmparatorluk Sarayı. 1654 yılında yapılmış olan saray, Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun hanedanlığına ev sahipliği yapmış. Sarayın içinde 4.659.852 tane tarihi eser olduğu söyleniyor. İnanılmaz bir sayı değil mi? Sadece bu bile gezmek için bir neden.
Bu heykeldeki atlı mı yoksa başka bir atlı heykel mi hatırlamıyorum tam olarak ama bu heykelde ki prens, Osmanlı kuşatmasında oldukça iyi bir savunma gerçekleştirmiş ve ödüllendirilmiş.
Hofburg İmparatorluk Sarayı’nın giriş kısmı. Bu yoldan kaç tane atlı araba geçmiştir acaba? Kaç büyük devlet adamı gelmiştir ve buralarda karşılanmışlardır.
Maria-Theresien-Denkmal heykeli. Bu yapı mutlaka görülmeli. Heykelde bulunan hatun kişi Maria Theresa. Kendisi çok fazla kız çocuk doğurmuş Bir nevi seri üretim diyebiliriz. Bu kız çocuklarının hepsini de avrupanın çeşitli hükümdarlarıyla evlendirmiş. Bu sebeple de kendisine avrupanın anası denilmekte.
Natural History Museum adlı müzenin önden görünüşü. Bahçe oldukça şatafatlı fakat ışıklandırma vasat kalmış gibi.
Mumok Modern Sanatlar Müzesi. Farklı bir mimari olmuş Viyana’daki diğer binaların arasında. O kadar farklı ki direkt gözünüze Mumok binası çarpıyor.
Geri dönüş yolunda, Viyana caddelerinden bir kare.
Bir benzerini yanlış hatırlamıyorsan Prag’da gördüğüm mimari yapı detayı. Çok etkileyici bir görüntüsü var. Çok zor bir yapımı olduğunu sanmıyorum. Elbet zorlukları vardır yapımında ama sanki basit ama etkili bir çözümmüş gibi görünüyor bana. Beğenmemek elde değil, bravo.
Ve Viyana’dan son kare. Otele giderken yolu çekiyorum.
Son söz olarak…
Viyana düşündüğüm kadar etkilemedi beni. Tıpkı diğer avrupa şehirleri gibi göründü bana. Evet güzel binalar var güzel müzeler var fakat bunlar zaten hemen hemen her avrupa kentinde var. Bir diğer konu ise Viyana bana çok beton geldi. Yani çok fazla bina çok fazla beton çok fazla yapı yapı ve yine yapı. Elbette güzel yapılar elbette tarihi bir yanı var tamam ama nedense şehirde boğulacakmışım gibi bir his az biraz uyandı. Eminim merkezden uzaklaşınca daha bir güzeldir Viyana. Benim zamanım olmadığı için ne yazık ki merkezden uzaklaşıp, daha az beton yerlerine gidemedim. Ama bir daha gelirsem Viyana’ya ilk yapacağım şey o olacak.
Bu yaptığım gezide 9 ülke gezdim ve 9 ayrı şehri gördüm. Hiç beklemediğim şehirlerden çok etkilendim, çok etkileneceğimi düşündüklerimde ise düşündüğüm etkiyi alamadım kendimden. Ama bu zaten hep böyle olmaz mı zaten. Eğer bir beğeni listesi yaparsak, Viyana elbette bu listenin başlarında yer alır. Fakat bu listeye sadece bu seyahat değil, diğer seyahatlerimden de şehirler eklersek işte o zaman ilk beş şehir arasına giremez diye düşünüyorum. Zaten neden böyle bir liste yapıyoruz ki? Neyi kanıtlıyoruz onu anlamadım. Elbette sizlere söylemek istediğim bir şey nedeni ile. Büyük bir beklenti ile ya da çok büyük ümitlerle gitmeyin. Evet güzel bir avrupa şehri, evet güzel bir başkent ama hepsi bu kadar. Her avrupa başkenti kadar güzel bir şehir. Ama derseniz ki Avusturya’nın kırsalları ya da daha merkezden uzak yerleri işte o zaman işin rengi değişir. Yeni bir liste yapmamız gerekir 🙂
Sözün kısası gidilip, görülmesi gereken tecrübe edilmesi gereken bir şehir. Benim yapamadığım bir çok şey oldu. Mesela opera izlemek. Ne yazık ki ben yapamadım ama siz mutlaka yapın. Viyana Sanat Tarihi Müzesine mutlaka gidin. Ne yazık ki ona da gidemedim. Şehirden az biraz uzaklaşıp, kırsala doğru gidin. Bu güzel ülke sadece Viyana’dan ibaret değil. Hallstat’a gidin mesela!
Vize gerekli mi?
Evet vize gerekiyor Schengen vizesi ile ülkeye giriş yapabilirsiniz.
Çantamızda neler olmalı?
Her zamanki gibi su, muz ve küçük atıştırmalıklar iyi olur.
Nerede konaklanmalı?
Hostelleri bilmiyorum ama ben şehre az biraz yakın otelde kaldım ve oldukça ekonomikti. Eğer 3-4 arkadaş ile gelecekseniz mutlaka hostel derim. Dört kişilik odayı alırsınız otel gibi kalırsınız. Hatta gibisi fazla olur.
Ne yenir ne içilir?
İşin aslı ben fast food dediğimiz türde yedim içtim. Meşhur bir yiyeceklerini görmedim. Ama şu var kahve konusunda oldukça başarılılar. Aslında bunu bizden öğrenmişler. Şimdi diyeceksiniz ne alaka ama bekleyin anlatayım. Viyana kuşatması zamanında Osmanlı her gittiği kuşatma gibi buraya da kahve çuvalları getirmiş. Yeniçeriden, sadrazama kadar herkes severmiş kahve içmeyi. İşte bu kuşatma zamanında da oldukça çok kahve getirilmiş. Kuşatma uzun sürmüş ya herhalde o yüzden. Her neyse kuşatma bittikten sonra çuvallar kalmış. İşte kahveyi Viyana ile tanıştırma bu şekilde olmuş derler. Ne kadar doğrudur bilemiyorum tabi.
Hatıra olarak ne alınır?
Aslında buradan Julius Meinl kahveleri alınabilir. Ama ben yine magnetimi alıp yoluma devam ettim. Sizlere tavsiyem Julius Meinl’in en büyük boylarından alın. Hatta bana da alır mısınız?
İnsanlarla iletişim nasıl?
Çok fazla iletişime geçmedim nedense. Elbette ihtiyaçlarımı giderecek kadar sohbetim oldu ama herhangi bir uzun uzadıya muhabbetim olmadı. Ama insanlar oldukça yardımsever görünüyorlar. Hiç bir sıkıntı yaşamadım.
Ne zaman gidilmeli?
Havalar güzelken şöyle bahar aylarında gidilmeli bence.
Mutlaka görülmesi gereken yerler nereleridir?
Hofburg İmparatorluk Sarayı görülmeli,
Viyana Sanat Tarihi Müzesi görülmeli,
Yamuk yuluk Kunsthaus evleri görülmeli,
Albertina Müzesi görülmeli,
Avusturya Parlamento Binası,
Aziz Stefan Katedrali,
Soviet War Memorial,
Natural History Museum,
Mumok Modern Sanatlar Müzesi,
Hofburg İmparatorluk Sarayı’nın arkasındaki botanik bahçesi görülmeli,
Maria-Theresien-Denkmal heykeli,
Peki ne kadar zaman ayırmalıyız?
Bence 2 gün minimum gereken süre. Eğer zamanınız varsa 3 günde olabilir. Hele bir de kırsala gideriz derseniz o zaman 4-5 gün gerekebilir.
Viyana şehir rehberi, Viyana gezi rehberi, Viyana seyahat rehberi, Viyana öneri rehberi, Viyana seyahat rehberi, Viyana seyahat rehberi, Viyana seyahat, Viyana gezi, Viyana, Avusturya, Vienna, Viyana Seyahat Rehberi, Wien, Viyana Seyahat Rehberi, Viyana Seyahat Rehberi